18.09.2020 Tarihte Bugün- 18 Eylül;

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Akif Er
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

Akif Er

Aktif Üye
Yönetici
Vip Üye
Katılım
8 Kas 2019
Mesajlar
311
Tepkime puanı
79
Puanları
28
18.09.2020 Tarihte Bugün- 18 Eylül;

1837New York'ta Broadway 259 numaralı adreste sonraları adı Tiffany&Co olan Tiffany&Young isimli bir eşya dükkanı açıldı.
1851Amerikan gazetesi New York Times yayımlanmaya başlandı.
1921Sakarya Meydan Muharebesi'nin kazanılmasının ardından Mustafa Kemal Paşa, Ankara'ya döndü.
1922Erdek ve Biga'nın kurtuluşu.
1923Hindistan Ulusal Kongresi, sivil itaatsizlik kampanyası başlattı.
1932Türkçe Ezan Ezan Türkçe okundu.
1934Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Milletler Cemiyeti'ne girdi.
1937Nyon Antlaşması, TBMM'de kabul edildi.
1956Efes'te 1926'dan beri sürdürülen arkeolojik kazılarda, Prytaneion adı verilen bölümde, dünyaca ünlü Artemis heykeli gün ışığına çıkarıldı.
1961Yassıada mahkumları Kayseri Cezaevi'ne nakledildi.
1962Kıbrıs'ta Rauf Denktaş'a suikast girişiminde bulunuldu.
19708 aydır tutuklu öğrenci liderleri Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin tahliye edildiler.
1971Türkiye Güzeli Filiz Vural, Avrupa Güzeli seçildi.
1972Münih Olimpiyatları'nda kanlı gün
1974CHP-MSP koalisyonu bozuldu. Bülent Ecevit, başbakanlıktan istifa etti.
1978ABD Başkanı Jimmy Carter öncülüğünde, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menahem Begin barış anlaşması imzaladılar.
1981Fransa'da idam cezası kaldırıldı.
199789 ülke kara mayınlarının yasaklanması antlaşmasını onayladı. Amerika Birleşik Devletleri metne imza atmayı reddetti.
2000İsrail hükümeti, Filistin ile sürdürdüğü barış görüşmelerini durdurduğunu açıkladı.
2005Afganistan'da 1969'dan bu yana ilk parlamento seçimleri yapıldı.
2007Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ilk yurtdışı ziyaretini KKTC'ye yaptı.

Tarihte Bugün Doğanlar (18 Eylül);
1885Üzeyir Hacıbeyov, Azeri Sovyet bestecisi
1905Greta Garbo, İsveçli sinema oyuncusu
1909Kwame Nhrumah, Gana bağımsızlık lideri ve cumhurbaşkanı
1942Şenez Erzik, UEFA Yönetim Kurulu 1. As Başkanı
1953Grażyna Szapołowska, Polonyalı sinema oyuncusu
1961James Gandolfini, ABD'li oyuncusu
1969Nezha Bidouane, Faslı atlet
1971Anna Netrebko, Rus opera sanatçısı
1980Ahmed Al-Bahri , Suudi Arabistanlı bir defans oyuncusudur ve Al-Nassr kulübünde forma giymektedir.
1981Beyti Engin, Türk tiyatro oyuncusu ve seslendirme sanatçısı.

Tarihte Bugün Ölenler (18 Eylül);
96Domitian, Roma imparatoru (d. 51)
1180VII. Louis, Fransa kralı (d. 1120)
1783Leonhard Euler, İsviçreli matematikçi ve fizikçi (d. 1707)
1812Safranbolulu İzzet Mehmed Paşa, Osmanlı Sadrazamı
1961Dag Hammarskjöld, BM Genel Sekreteri (uçak kazası)
1970José Pedro Céa, Uruguaylı Futbolcu
1970Jimi Hendrix, Dünya'nın efsane elektro gitaristlerinden kabul edilen ayrıca Hippi Harekatı'nın öncülerinden olan, ABD'li müzisyen.
1994Nida Tüfekçi, Saz sanatçısı
1997Orhan Çağman, Türk tiyatrocu

1600411910074.png
Yaşlı bir kadın, Beşiktaş'taki Vişnezade camii önünde gözyaşlarına boğulmuş, gazetecilere anlatıyordu:



- Allah Gazi'mize dünya durdukça çok ömür versin. Bize Kur'anımızın manasını da öğretti. Aklımızın erdiği gündenberi namaz kılar, dua ederim. Fakat ne yaptığımı, neler söylediğimi ben kendim de bilmezdim.



1932 yılı Ramazan ayında yaşanan bu tablo, o günlerde İstanbul'un birçok camiinde tekrarlanıyordu. Hareketliliğin nedeni, Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle, Kuran'ın Türkçe okunmaya başlanmasıydı.



Türkçe Kuran'ı ilk okuyan Hafız Yaşar Bey'di. 22 Ocak günü Yerebatan camiinden yükselen bu ses, Cumhuriyet yönetiminin organizasyonu sayesinde hızla öbür camilere yayıldı. Giderek daha fazla camide Türkçe Kuran okunuyor, bu camiler, meraklı kalabalığıyla dolup taşıyordu. Asıl gösteri, 27 Ocak günü Süleymaniye camii, 29 Ocak günü de Sultanahmet camiinde gerçekleşti.



HALK İSTİYOR



Camilerdeki bu hareketliliğe, ‘‘Halk Türkçe Kur'an Dinlemek istiyor’’ başlığını taşıyan gazeteler de destek veriyordu:



‘‘Fatih vaızlarından Hüsamettin Efendi demiştir ki:



- Kur'an'ın türkçesini okumak da aynen Kur'an okumak gibidir. Elverir ki Türkçe Kur'an selahiyet sahibi zevat tarafından tercüme edilsin. Hafız Beylerin okudukları Kur'an tercümesi şayanı itimattır. Halkın bin senedenberi Allah'ının kelamını işittiği halde manasını anlamaması zaten şayanı hayret bir şey idi. Mes'ut Cumhuriyet devrinde bu cehaletten de kurtulmak ne mutlu bizlere...



Ayasofya'da Cebeci sokağında Halit Bey de şunları söylemiştir:



- Bilerek ibadet etmek kadar zevkli bir şey var mıdır? Bilmediğin lisanla ibadet sayılırsa da bilerek ibadet elbette daha başkadır.’’



DİN ADAMLARI SAVUNDU




İbadet dilinin Türkçeleşmesi kampanyasına karşı çıkanların sesi cılız kalıyor; birçok din adamı bile kampanyaya demeçleriyle destek veriyordu. Bursalı Hafız Rıfat Bey, Kuran'ı Türkçe okumanın yararını savunan din adamlarındandı:



‘‘Kur'an'ı Kerim'in Türkçe tercümesi herkes tarafından seve seve mütalaa edildiği gibi ibadet halinde Arapça yerine okunmasında hiç bir mahzur yoktur. Cenabı Hak bile kelamı ilahisinde ve ‘Sure-i Yusuf’’un başında diyor ki: ‘Ben size Kur'an'ı Arapça gönderdim ki halk kelamından anlatın.' Kezalik ‘Sure-i Mümin' de de ‘Biz Kur'an'ı kendi lisanlarında gönderdik ki anlaşılması kolay olsun. Ya Muhammet sen, onlara o suretle tebliğ et ki anlamış olsunlar...' diyor. Hatta Türkçe Kur'an ile namaz kıldırmak bile caizdir.’’



Atatürk
'ün bazı din adamlarına Türkçe Kuran hediye etmesiyle de desteklenen kampanyada asıl yenilik, 30 Ocak'ta geldi. O gün ikindi ezanının Türkçe okunacağını duyanlar, Fatih camiine koştular. Büyük bir kalabalık Fatih camii önünde toplandı. Hafız Rifat Bey, ezanı önce Arapça, ardından Türkçe okudu:



‘‘Allah büyüktür



Tanrı'dan başka tapacak yoktur



Ben şahidim ki Tanrım büyüktür...’’




İlk kez Fatih camiinden halka duyurulan Türkçe
Bu linki görmek için izniniz yok Giriş yap veya üye ol.
, ertesi gün öbür minarelerden de duyulmaya başlandı. Kampanya, Kadir gecesi Ayasofya camiinde zirveye ulaştı. 4 Şubat 1932 tarihli Cumhuriyet gazetesine göre, o gece, Ayasofya'da 40 bin kişi teravih namazı kılmış, 30 bin kişi de cami dışında kalmıştı:



‘‘Dün gece Ayasofya'da toplanan kırk bine yakın kadın, erkek, Türk Müslümanlar, on üç asırdan beri ilk defa olarak Tanrılarına kendi lisanlarile ibadet ettiler. Kalplerinden, vicdanlarından kopan en samimi, en sıcak muhabbet ve an'anelerile Tanrılarından mağfiret dilediler.



Ulu Tanrı'nın Ulu adını, semaları titreten vecd ve huşu ile dolu olarak tekbir ederken her ağızdan çıkan bir tek ses vardı. Bu ses Türk dünyasının Tanrı'sına kendi bilgisi ile taptığını anlatıyordu.’’



ARAPÇA EZAN YASAK




Diyanet İşleri Başkanlığı da birkaç gün sonra ‘‘fetva mahiyetinde’’ bir genelge yayınladı. Ramazan bayramında camilerde hutbenin Türkçe okunması sağlandı ve başkanlıktan vesika almayanların Türkçe Kuran okuyamayacağı duyuruldu.



Ramazan sonrasında kampanyanın ardı kesilmedi ve 18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı yeni bir genelge yayınlandı. Atatürk'e atfen yayınlanan bu genelgeyle, Arapça ezan okunması yasaklandı. O tarihten itibaren Türkiye'de tüm camilerde ezan Türkçe okundu; Arapça okumakta ısrar edenler yakalandı, haklarında soruşturma açıldı.



Türkçe ezan uygulaması, 1941 yılına kadar da Diyanet İşleri Başkanlığı genelgesine dayanarak sürdürüldü. 1938'de Atatürk'ün ölümünden sonra Arapça ezan yasağıyla ilgili sorunlar giderek artınca Arapça ezan okuyanların cezalandırılması için bir yasa çıkarılması gündeme geldi.





EZAN TARTIŞMALARINDA UNUTULANLAR



Bugün 16 Haziran. Arapça ezan yasağının kaldırılmasının 50. yıldönümü. Demokrat Parti iktidarının ilk icraatı niteliğini taşıyan bu karar, aradan 50 yıl geçmesine karşın hala tartışma konusu. Yasağın nasıl kaldırıldığı ve Türkçe ezana nasıl başlandığı konusunda farklı tezler öne sürülüyor. Doğal ki, her kesim, yaşananlara farklı cephelerden bakıyor. İşte bu nedenle, 31 Ocak 1932'de Atatürk'ün emriyle başlayan Türkçe ezan uygulamasının 16 Haziran 1950'de kaldırılmasına kadar uzanan tarihi süreçte yaşananları topladık. Amacımız, toplumsal belleğin tazelenmesine katkıda bulunmak; bugünkü tartışmalara TBMM tutanakları ve o günkü gazetelere dayanarak ışık tutmak.





Türkçe okumayanlar mı, Arapça okuyanlar mı cezalandırılsın tartışması

Refik Saydam
hükümetinin TBMM'ye sevk ettiği Türk Ceza Yasası değişikliği, Arapça ezan okuyanlara üç aya kadar hafif hapis, on liradan iki yüz liraya kadar hafif para cezası öngörüyordu. Yasa değişikliği, 23 Mayıs 1941 günü Meclis'te görüşüldü. İlk sözü Bursa milletvekili Nevzad Ayas aldı. Türkçe ezan okunmasını milliyetçilik açısından doğru buluyordu:

- Ezan ve kametin (farz namazlara başlamadan önce müezzinlerce alçak sesle tekrarlanan ezan cümleleri) Türkçe veya Arapça okunması mevzuunda iki cephe vardır: Laiklik ve milliyetçilik. Laiklik prensibi noktasından bu mevzu dinidir, kanun mevzuu olmamak lazım gelir. Fakat milliyetçilik prensibi noktasından kendi dilimizi ileriye sürmek için böyle bir hükmün kanun mevzuu olması doğru olabilir.



Ancak Ayas, ‘‘Arapça ezan okuyanlar’’ın değil, ‘‘Türkçe ezan okumayanlar’’ın cezalandırılması gerektiği kanısındaydı. Metinde bu yönde değişiklik yapılmasını istedi.

Adliye Encümeni adına konuşan Kocaeli milletvekili Salah Yargı, Ayas'ın bu istemine karşı çıktı:

- Esas suç sayılacak ve cezalandırılacak şey, Arapça okunmasıdır. Binaenaleyh Türkçe okunmasını tavsiye etmek ve o tavsiyeyi ceza teyidi altında bulundurmak maksut değildir.

DUDAKLARI KIPIRDIYORDU


Antalya milletvekili Rasih Kaplan, ‘‘Ne demek, biraz tavzih edilsin’’ diyerek, ayağa fırladı:

- Ecnebi lisanla, mesela, Fransızca okumak günah olmaz da, Arapça okumak nasıl günah olur? Rumca okunur, Ermenice okunur...


Salah Yargı,
sinirlendi. ‘‘Rica ederim’’ dedi, Kaplan'ın sorusunu sert bir üslupla yanıtladı:

- Ezanın ve kametin Türkçe okunması diye bir esas konmuş. Diyanet İşleri riyaseti diye bir teşekkül var. Bu teşekkül hatiplere, müezzinlere, imamlara bunu tamim etmiş. ‘‘Allahüekber’’ yerine ‘‘Tanrı uludur’’ diye Türkçesi kullanılırken bunun bir cezai müeyyide altına alınması lazımdı.

Nevzad Ayas,
yine söz aldı. İlk görüşünde ısrar etti. Ezanın Türkçe okunmasının Anayasa'daki milliyetçilik ilkesine uygun olacağını vurguladı ve metinde ‘‘Arapça ezan okuyanlar’’ denilmesini bir kez daha eleştirdi.

Asıl itiraz, Rasip Kaplan'dan geldi. ‘‘Laiklik icabı olarak bu gibi işlere karışmayalım. Bu mevzuu ceza mevzuu değildir’’ dedi ve bir örnek verdi:

- Antalya'dayım. Savcının yanında müftüyü gördüm. Hayret ettim. Çünkü Milli mücadelede çok çalışmış, karakterli bir arkadaşımızdır. Gittikten sonra hayretle sordum. Savcı dedi ki, ‘‘Birisi imam olmak istemiş, polis kaydında, uyuşturucu madde kullandığı görülmüş. Müftü, (Sen imam olamazsın) demiş. İşte bu adam savcıya bir ihbarname veriyor; Dün öğle namazında camiye gittim, müftü camide idi, müezzin Türkçe kameti getirdikten sonra müftü namaza başlamadı, dikkat ettim dudakları kıpırdıyor, Arapça kamet getiriyordu.’’ Savcı, bunun üzerine takibata başlamış.
Y
asa hükümetin istediği şekilde çıktı. Böylece Arapça ezan yasağı, hapis cezasıyla da desteklenmiş oldu.

Ezan, 1950'ye değin Türkçe okundu. İnsanlar, tam 18 yıl süreyle günlük yaşamda kullandıkları dille namaza çağrıldılar.
FALİH RIFKI ATAY
İbadet reformunun başlangıcıydı
Atatürk'ün amacı, Arapça'yı ibadet dili olmaktan çıkarıp, Türkçe'yi camiye hakim kılmaktı. Falih Rıfkı Atay'ın ‘‘Çankaya’’ adlı kitabından okuyalım:

‘‘Atatürk ibadet devrimine ezan ve namazı Türkçeleştirmekle başlamıştı. Gerçekte verdiği ilk emir ezan ve namazın Türkçeleşmesi idi. Muhafazakarların sözcülüğünü yapan İnönü, Atatürk'e yalvarmış, ‘‘Önce ezanı Türkçeleştirelim, sonra namaza sıra gelir’’ demişti. Arkadan dil ve Kuran metni meseleleri çıkıp namazın Türkçeleşmesi gecikti idi. Atatürk sağ kalsaydı ibadet reformu olacağında da şüphe yoktu.’’
1600412015761.png

NYON ANTLAŞMASI,1937 yılında İspanya’da iç savaş devam ederken savaş malzemesi götürdüğü gerekçesiyle İtalyan denizaltı gemileri kimliklerini saklayarak Akdeniz’de rastladıkları gemileri batırıyorlardı. Çanakkale’den çıkan bir Rus gemisini, çeşitli bölgelerde İngiliz ve Fransız gemilerini de bu şekilde batırmışlardır. Bunun üzerine Akdeniz’de bir emniyet paktı anlaşması yapılmak üzere, İngiltere, Bulgaristan, Mısır, Fransa, Yunanistan, Romanya, Türkiye, SSCB, Yugoslavya arasında İsviçre’nin Nyon (Leman Gölü’nün kıyısında ve Cenevre’nin 21 km. kuzeyinde bir kaza) ilçesinde bir antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşmanın metni aslından alıntı yapılmış şekilde aşağıda sunulacaktır.

Bu antlaşmaya göre; Türkiye, Karadeniz ve Akdeniz’de kendi sahillerini kontrol ve emniyet altına alacak; aynı zamanda İngiltere ve Fransa sahillerinden gerekli desteği yapacak ve onların gerektiğinde üslenmesine izin verecekti. Bu amaçla Çeşme bölgesi üslenmelerine izin verilen bir liman olarak gösterilmiştir. Rusya ise Akdeniz’e çıkarılmamış, sadece Karadeniz’de emniyet sağlamak üzere Türkiye ile iş birliği yapması, yani sahillerini kontrol görevi verilmiştir. Akdeniz’de ise baştan aşağı İngiltere ile Fransa’nın kontrolüne bırakılmıştı. Antlaşmaya imza koyan diğer milletler ise sadece kendi sahillerini kontrol etme görevini almışlardır.

Hazırlanan pakt, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras tarafından hükümete gönderilmiş, hükümette incelemesinden sonra Cumhurbaşkanı’na arz ederek Dışişleri Bakanı’na imza yetkisi vermiştir. Ancak hazırlanan pakt taslağı ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı Atatürk, gerektiğinde taraf devletlerin Türkiye’ye karşı silahlı bir müdahale de bulunabileceği ihtimalini sezmiş, ancak İngiltere ve Fransa’nın yanında, İtalyanlara karşı meydana gelebilecek bir savaşın aleyhimize olmayabileceği değerlendirmesi yaparak antlaşmayı benimsemiştir.

Ancak endişeleri hususunda hükümetinde dikkatini çekmiştir. Hükümet başkanı olan İsmet İnönü, paktın bu anlamı taşımadığını ileri sürmüş ve Nyon’da bulunan Dışişleri Bakanı T. Rüştü Aras ile telefon ile irtibata geçerek netice itibariyle antlaşma metninin Atatürk’ün görüşüne uygunluğunu ve verilen talimata uygun olarak imza edildiğini öğrenmiştir.

Bunun üzerine Başvekil İnönü, T. Rüştü Aras’tan antlaşma hükümlerinin kendi anladığı şekilde Türkiye’yi silahlı bir müdahaleye zorlamadığını veya zorlamayacağı hususunun antlaşmaya imza koyan diğer Dış işleri Bakanları tarafından garanti edilmesini T.Rüştü Aras’tan istemiştir.

Dışişleri Bakanı Aras, II. Cihan Harbi’nin arifesinde bulunulduğu bir esnada bu olayın Türkiye’yi bir Hükümet buhranına götürmemesi ve Cumhurbaşkanı ile Hükümet Başkanı’nın arasının açılmaması için milli menfaatlerimizi göz önünde tutarak ve çok kolaylıkla yapılmasını imkân gördüğü bu hususun çözülebileceğine inanmış, bunun neticesi İngiliz ve Fransız Dışişleri Bakanları’ndan bu hususta yazılı bir garanti alma teklifi götürmüş ve bu teklife ilgili bakanlarca olumlu yaklaşılmıştır. Dışişleri Bakanı Aras’ın bizzat kendisini kaleme aldığı garanti verme belgesi çok kolaylıkla imzalanmış ve bu hususta endişeleri olan Başvekil İnönü rahat bir nefes alabilmiştir.

Dışişleri Bakanı Aras bu konunun biraz soğuması için antlaşma sonrası Türkiye’ye dönüşünü geciktirerek Cemiyeti Akvam toplantılarına iştirak etmiş ve bu toplantılar sonrası yurda dönmüştür. Türkiye’ye dönüşünde Cumhurbaşkanı Atatürk İstanbul’da bulunmaktaydı. 30 Eylül 1937 günü Dolmabahçe Sarayı’na Cumhurbaşkanını ziyarete gittiğinde Cumhurbaşkanı kendilerini kabul etmemiştir. (kitabın yazarına T. Rüştü Aras bunu bizzat kendisi kitabın yazarına anlatmış) İlk defa böyle bir muameleye maruz kalan Aras, Atatürk’ün yaverlerine Park Otel’de olduğunu ve ertesi günü de Ankara’ya gideceğini söyleyerek Saray’dan hayal kırıklığı ile ayrılmıştır. O gece Saray’dan Park Otel’e gelen bir telefon neticesinde Atatürk’ün ertesi gün (1 Ekim 1937) kendisini öğle yemeğine davet ettiği ve yemeğin baş başa yenileceği haberi ulaşmıştır.

Ertesi gün saat 14:00’de Park Otel’ine gelen Atatürk, Dışişleri Bakanı ile odada yalnız kalınca:
“Şu anda ben Cumhurbaşkanı, sen de Dışişleri Bakanı olmayarak konuşalım” demiş ve:
“Bir antlaşma imzalandıktan sonra o antlaşmanın ardından, önceden imzalanan antlaşmanın bazı maddelerini kabul etmemek ve değişik mana taşımasını içerir mahiyette ayrıca bir garanti mektubu almak, yabancı bakanların nezdinde bizim dış siyasetimizi sarsmaz ve şerefimizi kırmaz mı?” diye sormuştur. Aras ise:
İkinci Cihan Harbi’nin eşiğinin bulunulduğu sırada Başvekil İnönü ile aralarının açılmamasını temin maksadıyla ve ası geçen garanti sözleşmesinin çok kolayca alınabilmesi sebebiyle böyle bir girişimde bulunduğunu ve bunun dış otoritemiz üzerinde hiçbir olumsuz etki yapmadığını arz etmiştir. Atatürk öğle yemeğini Aras ile yedikten sonra saat 16:00’da Park Otel’den ayrılmıştır.

Ayrıca bu konu üzerinde Atatürk ile Amiral Fahri Engin arasında da şöyle bir konuşma geçmiştir. (bahse konu emekli amiral bu konuşmanın ayrıntılarını yazara bizzat anlatmış)
Nyon antlaşması yapıldığı günlerde Atatürk, 16 Eylül 1937 günü saat 19:28’de Haydarpaşa’dan hareket eden trenle Ankara’ya giderken İzmit tren istasyonunda durdukları zaman özel vagonuna il ve askeri ileri gelenleri kabul etmiş ve Deniz Üssü Komutanı olan Amiral Fahri Engin’e de:
“Meçhul denizaltıların özellikle Akdeniz’deki faaliyetlerini biliyorsunuz, buna karşılık Fransa ve İngiltere Akdeniz’de bizim gemilerimizin de kendileriyle birlikte meçhul denizaltılara karşı harekâta ortak olmamızı istemişlerdir. Bu konuda ki düşüncen nedir?” diye sormuş ve Amiral Engin de:
“Biz askerler verilen emri yapar, siyasi tarafını mütalaa etmeyiz, böyle bir harekâta ortak olmak İtalya ile savaş etmemize neden olabilir” demiştir.

Bunu üzerine Atatürk:
"Topraklarımızda gözü olan İtalya’ya karşı kuvvetli devletlerin yanında olmak menfaatimiz icabı değil midir?” diye sormuş. Amiral’de:
“Hiç şüphesiz Fransa’nın ve İngiltere’nin yanında meçhul denizaltıların sahibi olan İtalya’ya karşı savaşmamız olumlu ve kesin başarılı sonuç verir.” demiştir. Bunun üzerine Atatürk:
Hükümet Başkanı (İnönü) ve Genelkurmay Başkanı (F. Çakmak) ile bu konuda anlaşamadıklarını ve zıt fikirde olduklarını beyan etmişlerdir.
Atatürk, büyük devletlerle özellikle İtalya’ya karşı işbirliği yapılacak olan böyle bir harekâtta bir iki muhribimiz batsa dahi zararı, İtalya’ya karşı büyük devletlerle işbirliği yapmanın hâsıl ettiği kazanç yanında önemsiz kaldığı değerlendirmesindedir. 1 Kasım 1937 günü TBMM’de yaptığı konuşmada bu konuya temas etmiştir. (TBMM’nin Beşinci Dönem Üçüncü Toplanma Yılını açarken yaptığı konuşmadan alıntılanmıştır)
“İspanya olayları dolayısı ile Akdeniz ve Karadeniz’de alınması gereken önlemlere, Cumhuriyet Hükümeti, en geniş bir zihniyetle ortak oldu. Dünyanın her tarafında olduğu gibi, bizi ilgilendiren sahalarda ve bu arada, Akdeniz’de, huzur ve düzenin korunması, bizim yakından ve ilgi ile takip ettiğimiz bir konudur” demiştir.

Başvekil İnönü ise böyle bir harekâtın Türkiye’yi savaşa sürüklemesi endişesi içinde olduğundan paktın silahlı müdahaleyi zorlayacağı maddesinin özel olarak İngiltere ve Fransa nezdinde düzenlenmesini istemiştir.

Nyon Antlaşması 14 Eylül 1937 günü imzalanmıştır. İmza eden devletlerden Türkiye Dışişleri Bakanı Doktor Tevfik Rüştü Aras, İngiltere Dışişleri Bakanı Eden, SSCB Dışişleri Bakanı Litvinof, Fransa Dışişleri Bakanı Delbos, Romanya Dışişleri Bakanı Antonesco, Bulgaristan Dışişleri Bakanı Maksimüs ve Yugoslavya Dışişleri Bakanı Yeftik hazır bulunmuşlardır.
 
Geri
Üst